Kadim Anadolu Eserlerinden Seçmeler'de Haluk Mimaroğlu, Amasyalı coğrafyacı Strabon’un "Geographika" adlı eserini tanıtmaya devam ediyor.
Ben Haluk Mimaroğlu, geçen hafta tanıtmaya başladığımız Strabon’un Coğrafya adlı kitabına kaldığımız yerden devam ediyoruz.
Geçen programda belirttiğimiz gibi Strabon, aslen Amasyalı bir Roma vatandaşıdır. M.Ö. 64 ile M.S. 24 yılları arasında yaşamıştır. Amasya, Yeşilırmak kenarında, korunaklı bir mevkide, Anadolu’ya çıkan yollarının kesiştiği bir yerdedir. Karadeniz Bölgesi'nin bereketli topraklarında zengin ve gelişmiş bir yerleşimdir. Amasya, aynı zamanda Pontos Krallığı’nın da başkentidir. Dönem, Roma’nın Anadolu’da genişleme dönemidir. Pontos Krallığı da uzun süre Romalılara direndikten sonra M.Ö. 63’lerden itibaren Roma'ya tabi olmuştur.
Strabon, Roma’yı destekleyen ailesi sayesinde Roma vatandaşlığı almış ve Roma’ya yerleşmiştir. Roma İmparatoru Augustus döneminde ülkeyi boydan boya gezmiş, kütüphanelerdeki kadim eserleri inceleme imkanı bulmuştur.
17 kitaptan oluşan Geographica adlı coğrafya kitabı, İspanya'dan Mısır'a, Karadeniz'den Akdeniz'e kadar uzanan Roma ülkesinin fiziki yapısı, halkları ve tarihi hakkında bilgi vermektedir. Kitap, Strabon’un ana dili olan İon dilinde yazılmıştır. 1472’de de Latince’ye çevrildikten sonra yaygın olarak Avrupa’da okunmaya başlanmıştır. Eserin Anadolu’dan bahseden 12., 13. ve 14. kitapları Prof. Adnan Pekman tarafında çevirisi yapılıp, ilk olarak 1987’de Arkeoloji ve Sanat Yayınları tarafından yayınlanmıştır.
Geçen programda eserin 12. kitabından başlayarak Karadeniz'den Akdenize kadar uzanan Pontos ülkesinden, Marmara bölgesindeki Thrakia kökenli Bithynialılardan, Balkanlar’dan gelip İç Anadolu’ya yerleşen Kelt kavimlerinden, Galatialılardan kısaca söz etmiş ve devamında Ege’de Attalos sülalesinin idaresindeki Bergama Krallığı’nın tarihine, yerleşimlerine ve eserlerine değinmiştik. İskender’in seferinden sonra Pontos, Bithynia, Bergama, Galatia, Kapadokia’da tekrar ortaya çıkan yerel krallıklardan bahsederken, İskender sonrası dönemin günümüz tarihçileri tarafından Hellenistik dönem olarak adlandırılmasının pek anlamı olmadığına belirtmiştik.
Strabon, eserinin Anadolu ile ilgili 14. kitabında Ege ve Akdeniz sahilleri boyunca yer alan İonia, Karia, Lykia, Pamphylia ve Kilikya bölgelerindeki yerleşimlerden bahseder. Bu bölgeler, kabaca bugünkü İzmir, Muğla, Antalya, Mersin ve Adana bölgelerine tekabül eder. Strabon, neredeyse kendisinden 500 sene önce yazılanlardan yola çıkarak, bu yerleşimlerin tarihi, coğrafyası, yetiştirdiği ünlü kişiler hakkında, zaman belirtmeden ayrıntılı bilgiler verir.
14. kitabın birinci bölümde Strabon, söze ‘İonia’ ile başlar. Strabon’a göre İonia’nın sınırı Phokai yani Foça’dan başlar ve Smyrna, İzmir ve Ephesos, Selçuk üzerinden, o zamanlar bir körfezde bulunan Miletos’a kadar uzanır. Smyrna ile Ephesos’un arasındaki mesafenin kuş uçuşu 340 stadion yani yaklaşık 60 km olduğunu söyler. Ancak sahil boyunca gidilirse, irili ufaklı körfezler nedeniyle bu yolun neredeyse 10 misli daha uzadığına da değinir. İonia sahili boyunca yer alan körfezlerdeki yerleşimleri teker teker sayar ve efsanelere dayanan tarihçelerini gerçekmiş gibi anlatır.
Strabon, bu yerleşimlerin tarihini anlatırken, kendisinden 500 yıl önce yazılan Pherekydes’in Efsaneler kitabından yararlanır. Phokia ile Ephesos arasında ve yakındaki adalarda önceleri Leleglerin, Ephesos’tan Miletos’a uzanan bölgede ise Karialıların yaşadığını söyler. Ancak, bu halkların bölgeye gelen İonlar tarafından Karia’nın iç kısımlarına sürüldüğünü ilave eder. Gene, Starbon’un Pherekydes’ten aktardığına göre, İon kolonizasyonun lideri ve Ephesos’un kurucusu Kodros’un oğlu Androkhos’tur. Kodros Hellen efsanesine göre Atina’nın efsanevi kralıdır.
Açık kaynaklarda verilen bilgilere göre Pherekydes, Cyclades Adalarından biri olan Syrosludur. Pherekydes’in aslen Anadolu’lu mu yoksa Fenikeli mi olduğu belli değildir. Kimilerine göre Zerdüşlükten esinlenmiş, kimilerine göre Pythagoras’ın esin kaynağı olmuştur. Efsanelerle ilgili eserleri olduğu bilinmektedir. Pherekydes’in eserleri günümüze ulaşmamış olsa da Strabon’un yerleşimlerin tarihi hakkında anlattıklarına kaynaklık etmiştir.
Strabon’un anlattıklarının da Pherekydes’in efsanelerinden biri olma ihtimali çok yüksektir. Bu efsanelere göre Pyloslular Atina’ya gelip, efsane Kral Kodros’un önderliğinde İonialılarla birlikte kolonizasyon hareketine katılmışlardır. Pyloslular, Peloponessos’un ücra bir köyündendir. Kodros ise Atina’nın efsanevi kralıdır. Efsaneye göre, İonia sahillerindeki bütün yerleşimlerin kurucuları ya Pylos’tan ya da Atina krallarının soylarından gelmiştir. Söke sahilindeki Myous, Seferihisar’daki Lebedos, Değirmendere’deki Kolophon, Doğanbey’deki Priene, Sığıcak’taki Teos, Ildırı’daki Erythrai, Foça’daki Phokaia, Urla’daki Klazomenai yerleşimleri de Starbon’un aktardığına göre Hellas’tan gelenler tarafından kurulmuştur.
Bu yerleşimlerin kuruluş efsaneleri, 500 sene sonra bile Strabon’un Romalılara hitaben yazdığı kitapta da yer alır ve bu bilgilerin gerçekmiş gibi günümüze kadar gelmesine sebep olur. Batılı tarihçiler, bu efsaneyi İon ve Dor akınları söylemi ile pekiştirerek Anadolu kıyılarında bulunan bu yerleşimleri ve bu bölgede gelişen medeniyeti, Anadolu’nun binlerce yıllık geçmişini göz ardı edip Hellen yerleşimleri ve medeniyeti olarak tanırlar. Ancak, Hellas’tan ve Hellenlerden bahseden başka tarihçiler de vardır.
Bunlardan birisi, M.Ö. 400’lerden Atinalı tarihçi Thukydides’dir. Thukydides, gerçekleri, tarafsız olarak yazan bilimsel bir tarihçi olarak bilinir. Atina - Sparta arasındaki Peloponnesos savaşlarını anlatan Peloponneses Savaşları adlı eserinin birinci kitabının ikinci bölümünde Hellas ve Hellenlere ilgili bilgiler vermiştir. Thukydides’e göre, aslında Hellenler verimsiz topraklarda yaşayan, birbirleri ile savaşan, gittikleri yerlerde korsanlık yapan fakir halklardır. Şimdi bir de Thukydides’in Peloponneses Savaşları adlı kitabından Hellenler hakkında söylediklerine kulak verelim;
Peloponneses Savaşları - 1. kitap, 2. bölüm
Hellas’ta ilk zamanlardan itibaren düzenli bir yaşam kurulmamıştır. Sürekli olarak göçler birbirini takip etmiştir. Öte yandan hem karadaki hem de denizdeki ticaret de pek güvenli sayılmazdı. Çiftçiler kendilerini bile zor besliyorlardı. Kentler korunaklı değildi. Bu nedenle insanların para biriktirme imkanı yoktu. Her an birileri gelip topraklarını işgal edebilirdi. Bu şartlar altında yaşayan insanların diğer kentler üzerinde egemenlik kurmak gibi bir heveslerinin olmaması çok doğal karşılanırdı.
En verimli topraklar sürekli olarak işgale uğruyordu. Theselia, Boiotia ve Peloponnesos’un verimli toprakları anlaşmazlıklara neden oluyordu. Anlaşmazlıklar savaşlarla sonuçlanıyor, ülke saldırılar karşısında çaresiz kalıyordu. Attika’nın durumu ise daha farklıydı. Çünkü bu topraklar verimli değildi ve diğer yerlere uzaktı. Daha güvenli bir yerde yaşamak isteyenlerin geldikleri bir yer halini almıştı. Kentin büyümesinde de yeni gelen göçmenlerin büyük rolü oldu. Atina toprakları halka yetmemeye başladı. İonia topraklarına göçmenler göndermeye başladılar.
Peloponneses Savaşları - 1. kitap, 3. bölüm
Troia Savaşı’ndan önce Hellas için bu isim kullanılmıyordu. Çünkü ülkede bir birlik bulunmamaktaydı. Deukalion'un oğlu Helle zamanında ilk defa Hellas isminin kullanıldığını sanmaktayım. Bu sırada ülkeye Pelasglar başka bir isim vermekteydiler. Daha sonraları Hellen ve oğulları yeni bir yönetim kurdular. Ardından da çeşitli kentlerden yardım istediler. İşte bu sırada Hellas adı kullanılmaya başlandı. Ancak bu isim çok uzun bir süre boyunca kullanılmadı. Aslında bu anlattıklarımın doğruluğunu Homeros bize göstermektedir. Homeros, destanlarında Akhilleus ve dostları için Hellen adını kullandı. Diğer müttefikler için ise Danaos, Argos veya Akhaia gibi isimler kullandı. Hellenler’in karşılığı olan barbar kelimesi de bu dönemde kullanılmamaktaydı. Yani özetlemek gerekirse Troia Savaşı'ndan önce bu halklar bir arada hareket etmediklerinden ve yeterince güçlü olmadıklarından dolayı Helen ismini kullanmamışlardır.
Peloponneses Savaşları - 1. kitap, 4.bölüm
Anlatılanlara bakılırsa, denizlerde egemenlik kuran ilk kişi Girit'in efsanevi kralı Minos'tu. Minos, Helen Denizi’nde egemenlik kurmuş, Kyklades Adaları’nı ele geçirmiş ve Karialı yerlilerini kovarak buraya kendi oğullarını yerleştirmişti.
Peloponneses Savaşları - 1. kitap, 5.bölüm
Eski Hellenler, deniz kıyısında yaşayan barbarların topraklarına yaklaştıkları zaman korsanlık faaliyetlerine başladılar. Anakarada yaşayan Hellenler ise birbirlerinin topraklarını yağmalamakla geçimlerini sağlamaktaydılar.
Eğer Thukydides’in anlattıkları doğru ise, Hellas’tan kalkıp Ege sahillerine gelen Hellenlerin bir taraftan korsanlık yaparken diğer taraftan buralarda felsefeden, edebiyata, mimariden, fen bilimlerine kadar muazzam bir medeniyet kurmuş olmalarına şaşmamak elde değildir.
Şimdi kısa bir müzik arası verelim ve geçen programda dinlemeye başladığımız Berlin Bergama Müzesi’nin 100. yılı münasebetiyle açılan sergide kullanılan “Pergamon” adlı parçayı dinlemeye devam edelim.
Açık Radyo, 95.0, Kadim Anadolu Eserlerinden Seçmeler programındayız. Programımıza Amasyalı Strabon’un Geographika adlı eserinin tanıtımı ile devam ediyoruz.
Strabon anlatımına Miletos ile devam eder ve yine eski tarihçilerden Ephoros’tan alıntı yaparak Miletos’un önce Lelegler tarafından, sonraları ise Giritliler tarafından kurulduğunu söyler. Sonra da efsanelere uygun olarak Pylos krallarından Neleus’un adı da kurucular arasında geçer.
O zamanlar büyük bir körfezde yer alan Miletos’un dört limanı vardır. Aslında Starbon, Karia bölgesinde bulunan Miletos’u İonia içinde anlatır. Miletosluların Marmara’da, Karadeniz’de pek çok koloni kurduğundan bahseder. Tarihçilere göre, bu koloniler İon kolonileridir ancak geldikleri bölge Karialılara aittir. Günümüzde de Miletosluların ne kadar Karialı olduğu, ne kadar Hellen olduğu tartışma konusudur. Aslında bu tartışma, çevirmenlerin koloni dediği aslında birer basit yerleşimden oluşan yerlerin ne kadar yerel ve ne kadar Hellen oldukları henüz yeterince üstünde durulmamış önemli bir konudur.
Starbon’un kitabında sözü geçen Çanakkale civarındaki Limnai, Abydos, Arisba, Paisos, Skepsis yerleşimlerinin ne kadar Hellen, ne kadar Miletos, ne kadar yerel özellikler taşıdığı sorusu, yurdumuzda yaygın olarak kabul gören Hellenismin etkisinin gerçekten var olup olmadığı bakımından önemlidir. Aynı soru Karadeniz kıyılarında Miletoslulara atfedilen yerleşimler için de geçerlidir.
Miletos’a dönecek olursak, Strabon, Miletos’ta yetişmiş ünlü kişilerden de bahsetmektedir. Strabon, Miletoslu Thales’i Romalılara ‘Dünyanın Yedi Bilge Kişisi’ olarak tanıtmakta ve Hellenlerde matematik ve doğa felsefesi bilimini başlatan kişi olarak sunmaktadır. Böylece Strabon, Thales ve öğrencileri Anaksimandros, Anaksimenes ve tarih yazarı Hekataios’un gerçek kişiliklerini göz ardı edilerek ünlü filozof ve tarihçilerin tümünün günümüzde de Hellen olarak kabul edilmesinin yolunu açmıştır.
Strabon kitabının devamında bölgedeki tarihi gelişmeleri ve bölgede yetişen ünlü kişileri de uzun uzun anlatarak sözü Karia’nın diğer bölgelerine getirir. Anlatımı biraz karışıktır; kah efsanelerden, kah ünlü kişilerin söylediklerinden, kah Perslerin devrinde olanlardan, kah İskender devrinden, kah kendi dönemindeki Romalılardan bahseder. Karia, Lydia, Lykia, Klikia hakkında verdiği bilgiler çoktur ama karışıktır. Halklardan, inançlardan, konuşulan dillerden, kıyılardan, limanlardan, tapınaklardan, anıtlardan, şairlerden, yazarlardan, kral ve kraliçelerden, ünlü kişilerden zaman belirtmeden art arda bahseder. Anlattığı bölgeler hakkında pek çok bilgi verir, ancak bunların içinden çıkmak biraz zordur.
Strabon eserinde pek çok kadim yazardan bahseder ve yazarların eserlerinden alıntılara yer verir. Strabon’un eserinde adı geçen ve eserine kaynaklık eden pek çok yazar vardır. Başta epik şair Homeros olmak üzere, tanrıların yazarı Hesiodos, tarihin babası Halikarnaslı Herodotos, tarih ve coğrafyacı Miletoslu Hekaitaios, Atinalı tarihçi Thukydides, Megapolisli tarihçi Polybios, Kral Philippos’un sarayından Theopompos, İskender’in seferinin resmi tarihçisi Kallisthenes, İskenderiye Kütüphanesi’ni kuran Korkutelili Zenedotos, şair Pindaros, Persika’nın yazarı Sinopeli Baton, Lesboslu tarihçi Hellanikos, tarihçi ve gramerci Apollodoros ve Midillili şair Alkaios bunlardan sadece birkaçıdır.
Strabon’un eserinde adı geçen çoğu Anadolu kökenli tarihçi, şair ve yazarın eserlerinin çoğu günümüze ulaşmamış olsa da, bu eserlerin Roma İmparatorluğu'nun kuruluş yıllarında yaygın olarak bilindiği anlaşılmaktadır. Muhtemelen bu kadim eserler Roma dönemi yazarlarının esin kaynağı olmaktan öte Roma inanç ve medeniyetinin de oluşmasına tesir etmiştir.
Anadolu’da 1500 yıl hüküm süren Roma devrinin ilk dönemlerine ışık tutan Strabon’un kitabı, zengin bir kaynaktır. Neredeyse her satırı günümüze de yansıyan yurdumuza ait gelişmeleri içermektedir. Ancak eserde yurdumuzla ilgili verilen bilgilerin, yazarlarımızın süzgecinden geçirilip, efsaneler ile gerçekler birbirinden ayrılarak yorumlanması gerekmektedir.
Bundan sonraki programlarda Anadolu’nun Roma dönemine geçişine tanıklık eden birkaç esere daha yer vereceğiz. Romalılara karşı amansız bir mücadele veren Pontos Kralı Mitradates’in mücadelesine devam edebilmek için Pars Kralı’ndan yardım isteyen mektubunu, henüz yayınlanmamış bir makaleden yola çıkarak tanıtacağız.
Roma’nın Bithynia Valisi Genç Plinius’un İmparator Taraianus’la yazışmalarına yer vererek, yerel yönetimlerin dertlerinin o gün de, bugün de benzer olduğunu hep birlikte göreceğiz. Balkanlardan gelip, İç Anadolu’da yüz yıllarca hüküm süren Kelt kabilelerinin pek bilinmeyen hikayesini de Murat Arslan’ın kadim eserlerden alıntılar yaparak yayınladığı Galatlar adlı kitabından yararlanarak anlatacağız.
Böylece programımızın Romalıların Anadolu’ya giriş bölümünü tamamlayıp programımıza yüz yıllarca sürecek, etkileri günümüzde de devam eden Anadolu’daki Roma dönemine ait eserlerin tanıtımı ile devam edeceğiz. Bir programın daha sonuna gelirken, haftaya Mithradates ve Genç Plinius’un eserlerinde buluşmak üzere hoşça kalın.